Beni şahsen en çok hayrete düşüren konuların başında, yıllardır bu ülkede (aynen diğer bir çok kesim gibi) ezildiğinden, hakkının yendiğinden, önünün kesildiğinden ve her türlü kamu imkanından mahrum edildiğinden haklı olarak şikayet eden inançlı insanların bir bölümünün, bu günkü davranış biçimleri geliyor. Ezilen bir kesimin her zaman yaşadıklarından ders çıkartarak âlî davranışlar geliştirmesi beklenmez elbette. Fakat bir insan, inancından dolayı aşağılandığı ve engellendiği kanısına sahipse, üzerindeki bu baskı ortadan kalkıp da inancını daha özgürce yaşamaya başladığında, inancının gereklerini daha rahat bir şekilde yerine getirmeye başlaması da doğal olarak o kişiden beklenir. Yıllar boyunca kılık-kıyafetinden, ibadet alışkanlıklarından, siyasi tercihlerinden ve yaşam tarzlarından ötürü hor görülen insanların önemli bir kısmının bu günkü halleri, daha dün gördükleri bu zulmü bu gün aynıyla tekrar etmekten ibaret ne yazık ki. Halbuki, İslam inancına sahip bir insanın böyle davranmasının önündeki en büyük engel, bizzat inandığı dinin kitabı olan Kuran-ı Kerim´deki açık emirlerdir. Kuran-ı Kerim bizlere her zaman adaletli olmayı, işi ehline vermeyi ve diğer insanlara ?örnek? olmayı öğütler; hatta doğrudan emreder. Eğer bir Müslüman, bu emirlere aykırı hareket ettiği halde, bunu ?inandığı dini korumak adına? yaptığını düşünüyorsa, burada ciddi bir kendini kandırma oyunu olduğu gayet açıktır.
Uzun yıllardır her birimiz, adını bile doğru dürüst koyamadığımız bir takım ideolojik ve fikri ayrılıklar doğrultusunda irili ufaklı bir çok parçalara ayrılmakta hiç bir sıkıntı çekmeyen bir topluluğun üyeleriyiz. En ufak düşünce ayrılıklarını, yaşam tarzı farklılıklarını bile gaflet, dalalet, hainlik, küfür veya serserilik olarak sınıflandırma konusunda son derece gelişmiş reflekslerimiz var. Bize öğretildiği şekilde düşünmeyi yahut yaşamayı seçmemiş bir insana karşı sergileyebileceğimiz basit davranış kalıpları, hazır paketler halinde uzun süre önceden bizlere sunulmuş durumda olduğundan, bir çoğumuz karşısındaki ?farklı? insanların neden bu şekilde oldukları konusunda kafa yorma ihtiyacı bile hissetmiyoruz. Onları basitçe dışlayıvererek, rahatça yaşamlarımıza devam ediyoruz, veya öyle yapabileceğimizi sanıyoruz?
Maalesef, kendisi gibi olmayanı beğenmeyen, hatta yok sayan insan tipi, bizde hiç de azımsanacak bir orana sahip değil. Bir çoğumuz, sınırlarının esnekliği farklı da olsa, belli bir çizginin ötesinde gördüğümüz insanlara karşı otomatik bir ötekileştirme ve ?dehumanizasyon? refleksine sahibiz, maalesef. Diğer insanlara karşı bu tip paket programlarla hareket eden kişiler, özellikle ellerine diğer insanların hayatlarına dair tasarrufta bulunma yetkisi geçtiği zaman, tüm insanlık için ciddi tehlikeler ortaya koyabilecek potansiyeli de bünyelerinde taşıyorlar. Yıllar boyu üniversitelerde, kamu kuruluşlarında, özel şirketlerde, ila ahir, sadece kendisi gibi düşünen ve sadece kendi yaşamsal değerlerine iman etmiş görünen insanları bir araya toplayan; bu reflekslerle kadrolaşma yoluna giden kafa yapısının bize neler çektirdiğini bolca müşahede etme imkanımız oldu. Oldu ama, bu gariplikten ders çıkarabildiğimizi söylemek pek de doğru olmasa gerek?
Bir zamanlar bir adalet bakanı, adli görevlere atadığı insanların tümünün belli bir ideolojik çizgiye ait olmasını açıkça savunabilmiş, ?sağcı? olarak betimlediği insanlara görev vermemesinin gayet ?doğal? olduğunu söyleyebilmişti. Özellikle devlet kurumlarında ?rejimi korumak ve kollamak? gibi saçma sapan ve gayet müphem bir takım endişelerle, liyakate bakılmaksızın amansızca sürdürülen kadrolaşmaların nasıl bir aptallaşmaya, nasıl bir iç körlüğe neden olduğunu sürekli izledik ve izlemeye devam ediyoruz. Bu ülkenin başına darbeleri, vesayeti, adam kayırmayı, haksızlığı ve bilumum belayı saran hastalıkların en büyüğü, bu adam seçme refleksleriydi.
Her dönemin kendine has bir rengi ve eğilimleri var. Değişmeyen az sayıda şeyden birisi ise, yine maalesef, diğer insanlara, yahut tabir-i diğer ile ?öbür kamptakilere? bakış açımız. Bu gün iktidar, sermaye ve medya gücünün el değiştirdiği, güç dengelerinin kaydığı ve farklı bir bakış açısının uzun yıllardır ilk defa bu ülkede ?gücü? ele geçirmeye başladığını görüyoruz. Ama ne yazık ki, yukarıda hatırlatmaya gayret ettiğim hastalıklarımızdan kurtulmaya başladığımıza dair emareler görmekten henüz çok uzağız gibi geliyor bana?