Yakın bir tarihe kadar, neredeyse ülkemizin tamamında erkek çocuğu olmayanın üzüldüğü, eksik kaldığı düşünülür ve hatta dillendirilirdi. Oğlu olmayan teselli edilirdi. Neymiş efendim soyu devam etsinmiş miş! Ne soyu? Dünyanın sayılı hanedanlarından birisinin erkek çocuğu olmazsa artık soy tehlikeye girer gibi düşünmenin manası var mıdır?
üçüncü kızım dünyaya gelince bana “üzülme, belki de dördüncüsü oğlan olur” diyenler oldu. Yahu eskilerde kaldığını sandığım düşünce bozukluğuna ben de şahit oldum. “Ama üzülme kız evlat hayırlısıdır” diyerek naifçe beni teselli ettiğini sananlar oldu. İster yakın döneme kadar tüm ülkemizde olduğu gibi filtresiz dillendirilen cinsiyet ırkçılığı ister de törpülenmiş şekliyle ifade edilsin, bu bakış marazlıdır. Bu değerlendirme çürümüştür. Her üç ya da dört kızı olanın erkek çocuğu hayalinde, peşinde olduğu mu sanılıyor bilemiyorum. Galiba öyle kabul var. Ama ben bu hastalıklı cümlelerin sahiplerine nezaket dairesinde hem kendi düşüncemi hem de olması gerekeni izah ettim. İslamiyetin, insaniyetin tavsiye ettiği medeniyet ölçüsünü hatırlattım.
Ne üçü ne dördü beşten fazla erkek evlada sahip olan ve bizzat tanıdığım aileler var. Yanılma payı için bir aileyi istisna tutarak net olarak bu ailelerin bu bolluktan hiç de memnun olmadığını söyleyebilirim. Kocası yakın zamanlarda vefat eden, altı oğluyla bir kızı olan anne şu anda evimin güzergâhında oldukça kötü bir evde yalnız yaşıyor. Oğullarından ikisiyle ara sıra konuşuyoruz. Ben bir şey demeden konuyla alakalı ve mahcubiyetleriyle açıklama yapmışlardı. “Hatun, annemi istemedi evde. Ben de yuvam dağılmasın diye sineye çektim” demişti oğullarından birisi. Ben de bunun üzerine “altı kardeşten birisinin hanımı da çıkıp annenin kepaze olması kabul edilemez, bizimle yaşasın” demedi mi diye mukabele ettim. “Başka gelinleri kabul etmiyorsa ben neden edeyim” kolaycılığıyla gelinlerin kendilerini savunmalarını nakletti. Bu teyzemizin kızı altı ay bakmış annesine. Damadı altı aylık sabır sonrasında “altı oğlu varken bize mi düştü annene bakmak” diyerek o da kapamış kapısını.
Başka bir evin yine altı oğlu iki kızı var. Geçenlerde önce anneleri sonra da babaları vefat etti. Oğullardan cenazeye bile gelmeyen oldu. Mezarına gitmeyen oğullarını eleştirenler yine kardeşleri. Anadolu’muzda, yukarıda anlattığımın aksine bir de sorgulama vardır. Erkek ya da kız evladın farklı olmadığının altını çizen bu söz hatırladığım kadarıyla “Kız olsa ne erkek olsa ne yazar. Sanki türbe mi yaptıracak?” Evet, haklı bir sual. Oğlun olunca ne oluyor?
İşte bu bakış, yani erkeği daha kundaktayken yücelten bu bakış virüs gibidir, yanlışın da yanlışıdır. Ufacıkken, çevresinde olup bitenleri dahi anlamazken etrafındakiler bu erkek çocuğunu adeta kutsarmış gibi davrandığından, kız kardeşinin her şeyini kabahat gibi gören akrabalarının kendi yaptığı yanlışlara kızmak yerine onaylarcasına gülmelerinden cesaret alıp vahşileşmektedir. Evlenince de her şeyi kendisinin kararlaştıracağını sanmaktadır. Ne sanması yahu adeta bir heykeltıraş gibi kadının, çocukların hayatına, zevklerine şekil vermekten haz duyar. Haliyle kadınlara şiddet uygulamanın hakkı olduğunu kabul eder. Kadın itiraz edince de öldürebileceğini düşünebilir. Sonra nasılsa biraz hapis yatıp çıkacaktır. Bir de eğer öldürdüğü kadının namussuzluk yaptığına inandırabilirse herkes bu câni kocayı haklı bile bulur. Bazı gerzeklerin ifadesiyle “paşalar gibi yatıp çıkmıştır, çıkacaktır”. Evet, daha dün defalarca tekrarlanan cinayetlerden birisi daha yaşandı.
Emine Bulut isimli kardeşimiz 18 Ağustos’ta eski kocası olacak yaratık tarafından hunharca katledildi. Hem de 10 yaşındaki kızının gözleri önünde. Kızın haykırışı, annenin çaresizliği unutulacak gibi değil. Ama biz pek çok şeyi çok çabuk unuttuk. Hem de neleri unuttuk. Daha bu yılın martında Erzurum’da yine bir cani eski koca çocukların önünde anneyi kurşunlamadı mı? Çocukların gözleri önünde hayatını kaybeden kadının ismini hatırlayan var mı? Cepten, bilgisayardan nete bağlanmadan hatırlayacak var mı? Yazıya devam edin, bırakın “Erzurum’da kadın cinayeti” diye aramayı lütfen. Çünkü bu satırların yazarı da bilmiyor. Sadece bu yazıya başladığı sırada hatırladığı olay var. Kadının ismi yok hafızada. Çünkü ülkemizde kadının değeri yok. Varmış gibi hem de çok değerliymiş gibi ama yok! Dürüst olalım ki üzüntümüz kısa sürer ve hafızamız zayıftır. Ver korkağız. Olayları gerçekten çözmekten, üzerimize düşeni yapmaktan uzağız ve korkağız. Emine Bulut’u bıçaklayan katili Allah’ın bir kulu engelleyemez miydi? Lokantada yaşandı hadise. Garson, müşteri ya da lokanta sahibi bir sandalyeyi eski koca olacak katile fırlatamaz mıydı? Bu kargaşada kadın kurtulamaz mıydı?
Yaşananın kader olduğunu ve benim boş konuştuğumu düşünecek çok kişi olacak. Bakınız bunlar olabilecek şeyler. Yani az önceki yazdığım ve olması muhtemel müdahaleler olabilirdi. Ama kimse cesaret etmedi ya da edemedi. Kimi videoya çekmeyi tercih etti. Kimi aman başım belaya girmesin dedi. Sadece bu olayda değil. Pek çok hadisede gördük/duyduk ki insanımız duyarsız. Genel itibariyle pısırığız. Vurdumduymazlık inkâr edilemez.
Ben üç kız babasıyım. Kimlerle muhatap olacak kızlarım? Nasıl bir yaşamı olacak? İnsan evladıyla mı yoksa adam görünümlü bir psikopatla mı karşılaşacağız? Bunları düşündükçe tadım kaçıyor. Canım sıkılıyor. Halen toplumda namus kavramını sadece kadınlar üzerinden tanımlamalar olduğu sürece, bunca yaşanan cinayetler sonrasında halen katillerin kısa sürece tahliye edildiğine ve bazılarının hiç ceza almadığına şahit oldukça bunalıyorum. Benim gibi düşünen yüz binlerin belki de milyonların olduğunu bildiğimden “bunalıyoruz” diye düzeltiyorum son kelimemi. Ve düzelmesi gereken bir de toplumun tamamına yakını var. Biz iyiler ezici çoğunluk olmalıyız. Evet, insana, hayvana, çevreye saygısızları ezecek çoğunluk olmalıyız. Bunun ilk şartı evde başlayan eğitimdir.