Bütün mükemmellikler, İmam Ali b. Ebu Talib´in (a.s) şahsında toplanmıştı. Övgüye değer bir görünüm ve huya sahipti. Yüksek bir soydan geliyor, onurlu bir mensubiyeti vardı. Tertemiz bir fıtrata, güvene ermiş bir nefse sahipti. Bu özellikler, az bulunur yüksek şahsiyetlerden hiçbirinde bu yoğunlukta bulunmuyordu.
En şerefli bir sülâlenin çocuğuydu. En temiz boylardan birinden geliyordu. Babası, Kureyş´in ileri gelenlerinin en büyüğü Ebu Talip´ti. Dedesi Mekke´nin emiri ve Betha´nın (Mekke çevresinin) efendisi Abdulmuttalip´ti. Her şeyden önce Haşimoğulları´nın liderlerinden ve eşraflarından biriydi.1
Resulullah´ın (s.a.a) en yakın akrabasıydı. Amcasının oğlu, kızının kocası ve en çok sevdiği aile ferdiydi. Bunun yanında Hz. Peygamber´in (s.a.a) vahiy kâtibiydi ve Peygamber´in (s.a.a) fesahat ve belâgatine en yakın kimselerden biriydi. Peygamber´in (s.a.a) sözlerini ve değerli kelimelerini en çok ezberleyen kimseydi. Kalbinde başka bir inanç yer etmeden ve aklına şirke dair herhangi bir tortu bulaşmadan Hz. Peygamber´in (s.a.a) dizinin dibinde Müslüman oldu. Genç bir delikanlı olarak Peygamber´den hiç ayrılmadı. Sabah akşam hep onunla beraberdi. Savaşta ve barışta Peygamber´in (s.a.a) hemen yanı başındaydı.
Nihayet Hz. Peygamber´in ahlâkının aynısına sahip oldu. Onun nitelikleriyle bezendi. Ondan dinin derinliklerini öğrendi, Ruh´ul-Emin´in indirdiği vahyi derinliğine kavradı. Peygamber´in ashabının içinde dinî kavrayışı en derin, yargılama melekesi en gelişkin, ezberleme gücü en ileri, en çok davet eden, hüküm vermede en dikkatlisi ve doğruya en yakın olanıydı. Hatta Ömer b. Hattab onun hakkında şöyle demişti: Ebu´l-Hasan olmazken bir problemle karşı karşıya kalmayayım.2
Deneyimli ve hikmetli bir âlim, ufku geniş bir eleştirmendi. Duyuları, algılama kapasitesi son derece hassastı. Özü berrak bir kimseydi. Aydınlatıcı bir kişiliği vardı. Kusursuz bir anlayışa sahipti. Görüşleri doğru, yöntemi güzel ve kısa zamanda soruları cevaplayan bir yetenek ve zekâsı vardı. Bilgileri kısa zamanda hatırlar ve gelişmelerin önemini bilen ve kavrayan biriydi.3
İbadeti ve Takvası
Ali b. Ebu Talip, takvasıyla ün salmıştır. Kendi nefsiyle, yakınlarıyla ve insanlarla kurduğu münasebetlerin birçoğunun temel etkeni takvaydı. Birçok insanın ibadet etmesinin gerisindeki neden, nefsinin eksikliğini kapatmak olarak belirginleşir. Bazen de insanlar, hayatla ve canlılarla yüzleşmekten korktukları için kendilerini ibadete verirler. Bazen ibadet etme isteği kalıtsal olarak bir insanda uyanır; sonra bu heves, insanların ve toplumun miras kalan her değeri kutsama eğiliminden kaynaklanan bir başka hevesle desteklenir. Ama İmam´da ibadet, bütün güç kaynaklarına tutunma çabası olarak belirginleşir.
İbadet, yaratılış halkasına bağlanmanın, göklere ve yere doğru uzanmanın yolu olarak kendini gösterir. İmam nezdinde ibadet, varlıkları her türlü hayra ulaştır-maya yönelik cihat yöntemlerinden biridir. İbadet, her hâlükârda, bozgunculuğa bir başkaldırıdır, her taraftan fesada saldırmanın yollarından biridir İmam´a göre. Bozgunculukla beraber nifaka, ikiyüzlülüğe, istismarcılığa, kişisel çıkarlar uğruna savaşım vermeye karşı bir başkaldırı hareketidir... Alçalmaya, fakirliğe, düşkünlüğe ve zayıflığa karşı da. Bunun ötesinde ibadet, İmam´ın karmaşık ve bunalımlı çağında belirginleşen tüm olumsuzluklara karşı bir savaş ilânı olarak belirginleşmiştir.
İmam´ın ibadetini gözlemleyen biri görecektir ki Ali, ibadeti ve takvasıyla bir isyancıdır. Siyasî yöntemi ve yönetim anlayışıyla bir isyancı olduğu gibi. Onun ibadetinde, berrak nefis ve dopdolu kalple bütün varlık âlemini seyreden bir şairin duygularına benzer duygular vardır. Nihayet evrenin güzellikleri önüne açılı verir ve bu güzellikler onun yapısındaki seslerle, gölgelerle ve dengelerle etkileşim içine girerdi. Ve o bu parlak, göz kamaştırıcı işaret ve ilkeyi algılardı ki, biz, bunda özgür kimselerin takvasına ve büyük şahsiyetlerin ibadetine dair kusursuz bir düstur algılayabiliyoruz:
Bazı kimseler birtakım menfaatler umarak Allah´a ibadet ettiler; bu, tüccarların ibadetidir. Bazı kimseler bir şeylerden korktukları için Allah´a ibadet ettiler; bu da kölelerin ibadetidir. Bazı kimseler de teşekkür maksadıyla, şükür sunma amacıyla ibadet ettiler. İşte bu, özgürlerin ibadetidir.4
İmam´ın ibadetinde, korkup ürken kimsenin veya menfaat peşinde koşan tüccarın olumsuzluğundan bir ize rastlamak mümkün değildir. Nitekim ibadet edenlerin, kendini ibadete verenlerin genelinin bu davranışlarının gerisinde bu tür olumsuzluklar vardır. Bilakis, onun ibadetinde deneyimli bir bilgelik, hikmetli bir akıl ve duyarlı bir kalp temeli üze-re olan ve kendini koruma bilincinde olan büyük insanın pozitifliği belirginleşiyordu. Takva ve ibadet kavramlarına ilişkin bu anlam açısından Ali (a.s), insanları, insanlığın genel hayrı uğruna Allah´tan korkup sakınmaya (takvaya) yöneltirdi. En azından, ahiret nimetlerine kavuşmak için ibadet eden tüccar anlayışından daha yüce bir değer uğruna takva sahibi olmaya ve ibadet etmeye çağırırdı. İnsanları takva sahibi olmaya çağırırdı ki, zalimler karşısında mazlumların haklarını korusunlar, onlar açısından adaleti egemen kılabilsinler.
Şöyle derdi: Allah´tan korkun!... Dosta düşmana karşı adil olun.5
İmam´a göre, hakka tanıklık etmeden önce hakkı kabul etmeni sağlamayan, sana kin güdenden öç almanı ve günah işlemeni engellemeyen bir takvada hayır yoktur. İbadet kavramına ilişkin bu anlam bağlamında, meta edinmek için ha-yat istenmez, geçici bir lezzete kavuşmak uğruna yaşamak arzu edilmez.